Hacı Bektaş Veli’nin Soy Zinciri
Velayetname Hacı Bektaş Veli’nin soyunu yedinci İmam Musa Kazım’ın oğlu İbrahim Mükerrem Mucap aracılığı ile Oniki İmamlar’a ve Peygamber’e bağlar.**
* Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı dönem bilinmekle birlikte doğum -ölüm tarihleri çok kesin değildir. Kaynaklar farkı tarihler vermektedir; Noyan, Vilayetname’lerden hareketle Ebced hesabıyla Hacı Bektaş Veli’nin M. 1248-1337 arasında veya 1340 arasında yaşamış olabileceğini belirtir.
Esad Coşan, Makalat üzerine yaptığı doçentlik tezinde genel kanaatlere göre 1248- 1337/38 tarihinin kabul gördüğünü, ancak Hacı Bektaş ilçesi Halk kütüphanesinde yer alan Vilayetname ve yazma eserlerde (606/ 1209- 669/1270) tarihlerinin yer aldığını belirtir.
Hacı Bektaş Veli’nin yaşadığı tarihin netleşmesi bazı iddiaları aydınlatmak için gereklidir. Eğer birinci tarih (1248-1337) kabul edilirse, Hacı Bektaş Veli Osmanlı’nın kuruluş döneminde yaşamıştır ve Osmanlı devletinin askeri düzeninde sosyal ve inanç hayatında etkili olması muhtemeldir.
Eğer ikinci tarih (1209-1270) kabul edilirse, Osmanlı devletinin kuruluşunda yer alamaz. Ancak Osman Bey’in bir Selçuklu Sultanı Alaettin’in izniyle “Uç Beyliği” kurmasında rolü olabilir. Velayetname’de de bu yönde açıklamalar vardır.
Ethem Ruhi Fığlalı, çeşitli kaynakları referans göstererek, bu sorunu enine boyuna tartıştığı makalesinde (Hünkar Hacı Bektaş Velî, Erdem, sayı 23, 1996) Ankara Kütüphanesinde bir yazma risalenin kayda dayanarak onun 606/1209-1210 yılında doğup 669/ 1270-1271 yılında vefat etmiş olacağının daha doğru olacağı kanaatine ulaşır.
** Alevi -Bektaşi topluluklar arasında Hacı Bektaş Veli’nin soy zincirinin İmam Musa Kazım ile Ali’ye ulaştığına dair kanaat yaygındır. Hacı Bektaş’ın soyundan geldiğini ileri süren Dergahın Postnişinlerinden Cemalettin Çelebi (Müdafaa adlı eserinde), Hacı Bektaş’ın soy evladı olmadığını yol evladı olduğunu savunan Bektaşiliğin Babagan kolu Dedebabası Bedri Noyan benzer soy zincirini verirler;
Hacı Bektaş Veli- Seyyid İbrahim Sanî- Seyyid Musa- Seyyid İshak- Seyyid Muhammed- Seyyid İbrahim- Seyyid Hasan Seyyid İbrahim- Seyyid Mehdi- Seyyid Muhammed Sanî- Seyyid Hasan- Seyyid Mükerrem Mûcab- İmam Musa Kazım- Caferi Sadık- Muhammed Bakır-Zeynel Abidin-İmam Hüseyin-İmam Murtaza Ali.
Hacı Bektaş Veli’nin yol zincirinde kısmen farklılıklar vardır. Besim Atalay’a göre, Bektaşi Tarikatının sıralamasını Bektaşiler şu şekilde açıklarlar; “Hz. Ali- Hasan Basri-Habib Acemi- Davud Tai-Maruf Karahi- Şeyh Sari- Sakati- Cüneyd Bağdadi-Abu Ali Rudbadi-Şeyh Abu Ali Hasan- Şeyh Abu Osman Mağribi- Şeyh Abu Kasım Karkani- Şeyh Abu Hasan Hırkani- Şeyh Abu Hasan Tarmidi-Fazl Bin Muhammed Tusi- Hoca Ahmed Yesevi- Hoca Yusuf Hemadani- Şeyh Lokman Al Horasani- Tarikat Piri Hoca Bektaş-i Veli bin İbrahim Sani” (Atalay: 17.)
Musa Kazım’ın oğullarından biri olan sekizinci İmam Ali Rıza Mekke’den Horasan’a gelir yerleşir. Harun Reşit’in oğlu Memun, İmam Rıza’yı zehirletir. Horasan halkı Musa Kazım’ın oğlu İmam Ali Rıza’nın kardeşi İbrahim Mucap’ı kendilerine sultan seçer. Seyyid Mucap’ın Ölümünden sonra sırasıyla onun oğlu Musa Sani, onun oğlu İbrahim Sani tahta geçer ve Hatem Hatun ile evlenir. Bektaş adında bir oğulları olur. İbrahim Sani Hakk’a yürüyünce melikliği Hacı Bektaş’a önerirler, o kabul etmeyince amcazadelerden Seyyid Hasan Horasan diyarının sultanı olur. Hünkar Hacı Bektaş sultanlık yerine nefsini yenmeye, riyazete yönelir. Bu soy zinciri Cemalettin Çelebi tarafından da kabul edilir ve Müdafaa da ifade edilir..
Alevi- Bektaşi Ozanları Hacı Bektaş Veli’nin soy zincirini 12 İmamlar’dan Caferi Sadık’ın oğlu Mûsa Kazım’a (745-799) ve oradan 17. Kuşakta Ali’ye bağlarlar.
Pirim nesl-i isna aşar değil mi
Kapısında kuldur bu kemter
Muhammed Ali varisi ilmi
Hünkar Hacı Bektaş Veli Pirimdir
(B. Atalay: 117-118)
İsna aşar nesli 12 İmam neslidir. İsna-aşeriye Ali Şiası’nın Oniki İmam’a bağlı olan koludur. Türkiye’deki Alevi Bektaşiler de bu kola bağlıdır. (Diğer kollar; İsmailiyye-İmamlığın Cafer Sadık’tan önce ölen oğlu İsmail’e geçtiğini kabul edenler, Zeydiye-Zeynelabidin’in oğlu Zeyd’in İmamlığını kabul edenler – vb.)
Pir Sultan Hacı Bektaş’ı İmam Rıza’nın torunu olarak açıklar;
Bahçende gördüm gülünü
Erenler sürsün demini
İmam Rıza’nın torunu
Hünkar Hacı Bektaş Veli
İmam Ali Rıza (M. 770-818), İmam Musa Kazım’ın (M. 745-799) oğlu olduğuna göre Hacı Bektaş Veli soyunun İmam Musa Kazım’dan dolayı Oniki İmamlar’a bağlanması kesindir.
Şah Hasan ile Hüseyn-i Kerbela’nın aslısın
Aşıkta sertaç olan Zeyn-ül İbad’ın aslısın
Hem Muhammed Bakır u Cafer İmam’ın aslısın
Mûsa-i Kazım Ali Mûsa Rıza’nın aslısın
Fahr-i alem Nûr-ı Çeşmi enbiya Nesl-i Ali
Şah-ı ekrem Kûtb-u azam Hacı Bektaş Veli
(Azbî / Ulusoy, 1986: 22)
Sersem Ali’nin bir mısrası açıklamaya özetler niteliktedir;
Hakk / Muhammed / Ali pirimin ceddi
Hace Ahmet Yesevi ve Pir Hacı Bektaş Veli
Velayetname /Vilayetnameye göre Bektaş doğuşuyla birlikte kerametlerini göstermeye başlar. Altı aylık olduğu zaman ilk sözü şu olur; “Eşhedü en la ilahe illallahu vahdehu la şerike leh ve eşhedü enne Aliyyen veliyyullahu”. Çocuk Bektaş’ı Türkistan’ın 99 bin pirinin piri Hace Ahmet Yesevi’nin halifesi şeyh Lokman-ı Perende’nin yanına eğitilmek üzere verirler. Genç yaşta kerametler gösterir. Bu nedenle kendisine Hünkar Hacı Bektaş Horasani denir. Elindeki yeşil beni, Hz. Ali’nin nişanı olarak kabul edilir. Bunların sonunda Lokman-ı Perende derin saygı duyar ve dervişler ona bağlanır.
Velayetname’de Hace Ahmet Yesevi Horasan ülkesinin valisi, 99 bin Türkistan pirinin piri, Muhammet Hanefi soyundan bir seyit olarak gösterilir. Sekizinci İmam Ali Rıza’dan icazet almıştır. İmam Rıza, Muhammed Mustafa -Ali Murtaza – İmam Hasan- İmam Hüseyin- İmam Zeynelabidin- İmam Muhammet Bakır- İmam Caferi Sadık- İmam Musa Kazım’dan beri gelen emanetleri (taç, hırka, sofra, alem, seccade) Ahmet Yesevi’ye verir. Yesevi’de bu emanetleri geleceğini bildiği Hünkar’a devreder. Böylece Velayetname yol zincirini de belirlemiş olur.
Hace Ahmet Yesevi, Hacı Bektaş Veli’yi erkana uygun olarak tıraş eder, emanetleri ve icazeti verir ve şöyle seslenir; “Ya Bektaş, nasibini tam olarak aldın; müjde olsun ki kutb-ül aktab oldun; kırk yıl hükmün var; bu güne değin bizimdi; bundan sonra senindir. Biz bu yokluk yurdunda fazla kalmayız, ahrete gideriz. Git, seni Rum’a saldık; Sulucakarahöyük’ü sana yurt verdik; Rum’da gerçek erenler, budalalar çoktur; artık bir yerde eğlenme, hemen yürü.”
Ahmet Yesevi’nin bilinen ölüm tarihi M. 1167 ya da 1193’tür. Yine Hacı Bektaş için iki tarihten söz edilmektedir. Birisi M. 1209-1270 diğeri 1248- 1337/1340’dır. Bu tarihler doğru ise, iki ulu şahsiyetin karşılaşmaları mümkün değildir. Ancak Velayetnamelerin özelliği olarak zaman kaymaları görülebilir. Bu zaman kaymaları belki de işin özünü değiştirmemektedir. Burada esas olan Hacı Bektaş’ın Ahmet Yesevi’ye yol gereği bağlandığının ifade edilmesidir. Bu bağlılığı Alevî-Bektaşi toplulukları, ozanları kabul etmiş ve dile getirmişlerdir. Örneğin Pir Sultan Abdal şöyle der;
Hoca Ahmet Yesevî anın pîridir
Velayet dağları taşları yürüdür
Hazret-i Hakk’ın bu gizli sırrıdır
Hacı Bektaş Veli, Sultan Balım var
Pir’in Kerametleri
Alevi-Bektaşi toplumu liderinin kutsallığını kanıtlayan söylenceler geliştirir. Hacı Bektaş Veli’nin güvercin kılığında Anadolu’ya gelmesi, cansız duvarı yürütmesi, darı yaprağının üzerinde iki rekat namaz kılması gibi olağanüstülükler bunlardan bir kısmıdır. Bunlar evliyanın kerameti olarak kabul edilir. Hünkar’ın keramet göstererek o dönemde “Rum diyarı” olarak adlandırılan Anadolu’ya geldiği ozanlar tarafından şöyle dile getirilir:
Horasan şehrinde zuhur eyleyen
Hünkar Hacı Bektaş Veli Pirimdir
Gelip rum diyarın pirnur eyleyen
Hünkar Hacı Bektaş Veli Pirimdir
Güvercin donunda pervaz eyledi
Rum erleri gelip niyaz eyledi
Tevella sırrına ağaz eyledi
Hünkar Hacı Bektaş Veli Pirimdir
(Atalay: 117, mahlası olmayan bir nefes)
Horasan’dan kalkıp Urum’a konan
Cümle erenlerin nurundan kanan
Darı çeç üstünde namazın kılan
Uyan dağlar uyan Ali geliyor (Pir Sultan).
(Burada tenasüh inancına uygun olarak Hacı Bektaş Veli’nin aslında Ali olduğu anlatılmaktadır.)
Yaygın kabule göre Hacı Bektaş Veli Anadolu’ya güvercin kılığında gelirken bunu ilk fark eden bir kadındır. Gözcü Karaca Ahmet bile fark etmediği halde Kadıncık Ana’nın fark etmesi anlamlıdır. Pir Sultan bunu şöyle açıklar;
Buna şahit yerin göğün meleği
Kabul oldu müminlerin dileği
Kadıncık Ana’nın duydu kulağı
Pirim Hacı Bektaş Veli geliyor. (Pir Sultan)
Pir’in Anadolu’ya Gelişi
Hacı Bektaş Veli mürşidi Ahmed Yesevi’nin halifesi Lokman Parende’nin yanında olgunlaştıktan sonra aydınlatmak üzere Rum diyarına (Anadolu’ya) gönderilir. Anadolu’ya geldiği zaman kardeşi Menteş ile birlikte Baba İlyas’ın yanına gittiği, onunla görüştüğü bazı tarihi kaynaklar tarafından doğrulanır (Aşık Paşa; Tevarih-i Ali Osman). Baba İlyas’ın Horasan şeyhi Dede Garkın’ın halifesi aynı zamanda Seyyid Ebul Vefa Bağdadî’ye manevi bakımdan mensup olduğu kabul edilir. Baba İlyas (Baba Resul) ve Baba İshak’ın Türkmenlerin hakları için başlattıkları isyan Selçuklular tarafından 1240’da kanlı bir şekilde bastırılır. Hünkar’ın kardeşi Menteş’in isyan’a katılığı ve bu sırada Hakk’a yürüdüğü kabul edilir. Hacı Bektaş’ın bu isyana katılıp katılmadığı ve Baba İlyas’ın halifesi olup olmadığı konusu çok net değildir bu nedenle farklı yorumlar yapılmaktadır. Ancak Hacı Bektaş Veli’nin İsyandan sonra Sulucakarahöyük’e geldiği ve burada mekan tuttuğu açıktır.
Velayetname Pir’in Anadolu’ya gelişini farklı anlatır. Bu anlatımı göre Anadolu’da binlerce sufi derviş vardır. Yol erkan sürmektedir. Bunlardan 57 bini sohbet meclisinde iken ve bu sohbetin yöneticisi konumundaki “gözcü” Karaca Ahmet de orada iken, bu gelişi bir kişinin dışında kimse fark edemez. Hünkar’ın gayb aleminden verdiği selam sadece Fatıma Bacı’ya malum olur. Velayetnameye göre Fatıma Bacı ile Kadıncık Ana aynı kişi değildir. Fatıma Bacı, Sivrihisar’da Seyit Nurettin’in kızıdır. Seyit Nurettin Karaca Ahmet’in mürşididir. Fatıma Bacı sohbet meydanında erenlere yemek pişirmekle görevlidir, bekardır. Kutlu Melek ya da Kadıncık Ana ise Sulucakarahöyük’te bilgin ve üstün bir zat olan Molla İdris’in eşidir. Kadıncık Ana, Hacı Bektaş’a tanımadığı halde ekmek- yağ verir. Daha sonra da kocasıyla birlikte Hacı Bektaş’a talip olurlar, Hakk’a yürüyünceye kadar da hizmetinde kusur etmezler. Kadıncık Ana ile Hacı Bektaş evli değildir. İdris ve Kadıncık Ana’ nın çocukları olmuyordu. Hacı Bektaş’ın abdest alırken burnu kanar, Kadıncık Ana her zaman yaptığı gibi bu suyu içer. Kerametin bir göstergesi olarak çocukları olur; Hacı Bektaş, çocuklara Habib ve Hızır Lale adını koyar. Bunlar Hacı Bektaş Hakk’a yürüdükten sonra, onun vasiyeti üzerine posta geçerler. Velayetname Hacı Bektaş’ın mücerred (evlenmemiş) olduğunu ortaya koyar ve Çelebilerle -Babagan kolu arasındaki tartışmada ikinci grubu doğrular.
Anadolu’ya girdiğinde Rum erenleri Hünkar’a mürşidini, kimden nasip aldığını, nereden geldiğini sorarlar. Hünkar kendisini şöyle tanıtır; “Horasan erenlerindenim. Muhammet soyundanım. Türkistan’dan geliyorum; İbrahim Sani diye tanınan Seyit Muhammet’in oğluyum. Seyit Muhammet, İbrahim Mucap oğludur; onun babası da Musa Kazım’dır. Mürşidim, 99 bin Türkistan pirinin piri Hace Ahmet Yesevi’dir. Meşrebim, Muhammet – Ali’dendir; nasibim Tanrı’dan.”
Hünkar Sulucakarahöyük’e yerleştikten sonra kısa zamanda kerametlerini duyanlar, ona inananlar çevresinde toplandı. Muhipler, dervişler arasında batın ilminde olgunlaşmış olanları halife olarak görevlendirdi. Hünkar’ın 36.000 halifesi vardı. Yani bu kadar çerağ uyandırmış ve Anadolu’yu aydınlatmak üzere her birini bir yere göndermişti. Saru Saltuk, Taptuk Emre, Kolu Açık Hacım Sultan, Barak Baba, Hızır Samit, Pir Ebi Sultan bunlardan bazılarıdır. Kendisine yakın olan ve erkanda, yolda ona hizmet eden 360 derviş bulunuyordu. Saru İsmail (ibrikdar), Güvenç Abdal, Seyit Cemal, Baba Resul (ferraş), Huy Ata bunlardandır. Bunlar arasında da hiyerarşik bir düzen vardır. Örneğin Seyit Cemal Hünkar’ın en ulu halifesidir, öbür halifelerin üst yanında otururdu. Ondan sonra Kolu Açık Hacım Sultan gelirdi. Hünkar batın kılıcı ona vermişti. Daha sonra Resul Baba gelirdi. Hünkar Hakk’a yürümeden önce bu güzide halifelerine nereyi yurt edineceklerini bildirmişti.
Hünkar’ın tacı elifi ve Hüseynidir. Kendisine bağlananlara da erkan gereği tıraş eder, başlarındaki kisveyi tekbirler, gözlerini ve sırtlarını sıvazlardı. Halife olacak dervişlere ayrıca icazet verir, taç ve hırka giydirirdi. Sofra kurulur, sohbet edilir, semaha durulurdu.
Hünkar kendisinden bir dilekte bulundukları zaman dileğin yerine gelmesi için Tanrı’ya dua ederdi. Kerameti kendisinde değil Tanrı’da görürdü. Genellikle konuşurken “Hakk’a giden Hakk uğrum hakkı için” diyerek vurgulanma yapardı.
Velayetname’den öğrendiğimize göre Hacı Bektaş Veli, Ahmet Yesevi’nin halifesi olarak geldiği Anadolu’da önce yolun esaslarını öğreterek, bilgili, erdem sahibi dervişler yetiştirir. Bunları ülkenin dört bir yanına gönderir. Onların da gittikleri yerde aynı tarzda çalışmasını ister. Düşmanlarını bile bağışlar. Şüpheye düşenlere, inanmayanlara keramet gösterir. Keramet gösterme onun inandırma yöntemlerinden en önemlisidir. Kerameti üstünlük elde etmek için değil kazanmak, inandırmak için gösterir. O dönemde çevrede yaşayan Müslüman olmayan topluluklara özel bir ilgi gösterir, yardım eder, kerametleriyle sıkıntıdan kurtarır. Böylece onların topluca yola bağlanmalarını sağlar. İnsanlar üzerine zor ve baskı kullanmaz; bu yöntem dinin özüne de uygun düşer.
Pir Hacı Bektaş ve Taptuk Emre – Yunus Emre – Ahi Evren -Mevlana
Hacı Bektaş Veli’nin nasip dağıttığını, velilerden olduğunu başlangıçta kavramayan ancak daha sonra bunu anlayıp pişmanlık duyan ve ona bağlananlar da vardır. Taptuk Emre ve Yunus Emre bunlara örnektir. Taptuk “dost divanında erenlere nasip veren Hacı Bektaş adında bir kimse görmedik” der ve bu Hünkar’a malum olur. Emre’yi çağırtır, nasip dağıtan elin nişanı olan yeşil beni gösterir ve Emre “Taptuk Hünkarım” der ve ona bağlanır, halifesi olur. Yunus Emre de nasip yerine buğday ister, hatasını anlayınca Hünkar’dan af diler. Hacı Bektaş Veli, bundan böyle nasibinin Taptuk Emre’de olduğunu bildirir. Bu iki söylence birbiriyle ilişkilidir. Her ikisi de başlangıçta Hünkar’ın ululuğunu fark edememiştir. Hacı Bektaş Veli’nin Yunus Emre’yi Taptuk Emre’ye göndermesi bu bakımdan tesadüf değildir.
Velayetname’den öğrendiğimize göre, Hacı Bektaş Veli ile Fütüvvet ehlinin ulusu Ahi Evren yakın dostturlar. Ahi Evren “kim bizi şeyh edinirse onun şeyhi Hacı Bektaş Hünkar’dır” der. Bu anlatım Hacı Bektaş’ın statüsünü göstermek bakımından önemlidir. Ahilik sitemi ile Bektaşilik arasındaki benzerliklerin varlığı bu iki ulu şahsiyetin aynı kaynaktan nasiplendiklerini göstermektedir. Bektaşilik ve ahilikte yola giriş ayini, eşik öpme, kuşak bağlama merasimleri, okuna tercümanlar (dualar) ve kıyafetler bakımından benzerlikler bulunmaktadır.
Hacı Bektaş Veli Mevlana ile de aynı dönemde yaşamışlardır. Mevlana Celalettin ve Hacı Bektaş birbirlerine saygı duyarlar. Mevlana özellikle tasavvuf ehli Şemsi Tebrîzi ile karşılaştıktan sonra Batıni ilimlere dalar ve bu anlamda Hacı Bektaş’ın öğretisine yaklaşır.
Hacı Bektaş Veli ve Selçuklu Sultanları ve Osmanlı Beyliği
Velayetname’ye göre, Selçuklu Sultanı “Selim Han Gazi oğlu Kılıçarlan’ın oğlu Sultan Alaettin Keyhüsrev” Hünkar’a saygı duyar, bir sorun olursa danışır, isteklerini yerine getirir. Kendisinden yardım isteyen Osman Bey’e elif tacını tekbirleyip giydirir, belindeki kuşağı çıkarıp ona kuşatır, önündeki çerağı uyandırır, yayılı sofrayı Osman Bey’in önüne koyar, dua eder. Sultan Alaettin’e de makam vermesi için haber salar. Bunu üzerine Sultan Alaettin’in Osman Bey’e Sultanönü Sancağı’nı verir. Osman Bey de kendisine uyanlara Hünkar’ın giydirdiği taca benzer taçlar giydirir. Kendi kapıkullarının ak börk, çevreden gelenlerin kırmızı börk giymelerini ister. Askeri çoğalan Osman Bey, Bilecik’ten Bursa’ya kadar olan bölgeyi alır. Beylik devlet olma yolundadır. Hacı Bektaş Veli’nin moral desteği ve halifelerini, dervişlerini seferber etmesi devletin kuruluşunda önemli rol oynar.
Hacı Bektaş Veli’nin Osmanlı oğullarıyla ilişkisi Pir Sultan Abdal tarafından da doğrulanır;
Tekkesinde geyik postu döşeten
Ağzının ateşi çıktı meşeden
Al-Osmanoğlu’na kılıç kuşatan
Uyan dağlar uyan Ali geliyor.
Hacı Bektaş Veli’nin 1270 yılında Hakk’a yürüdüğü kabul edilirse Selçuklu döneminde bir uç beyliği olan Osmanlı Beyliği ile bağlantısı mümkün hale gelir. Bu tarih 1337 veya 1340’a çekilirse bu takdire Orhan Bey (1326-1362) döneminde yaşadığı kabul edilmesi gerekir. Oysa bu dönemde Seyyid Ali Sultan (Kızıl Deli), Abdal Musa gibi fütuhata katılan Bektaşilerin varlığı bilinmektedir. Fakat Hünkar’dan söz eden bir kaynak yoktur.
Hünkarın Hakk’a Yürümesi
Velayetname’nin sonunda Hacı Bektaş’ın Hakk’a yürümeden kısa bir süre önce çok değer verdiği halifesi Saru İsmail’e bildirdiği öğütler yer alır.
Öğütleri değerlendirdiğimizde şunları söyleyebiliriz;
1. Yüzü yeşil peçeli boz atlı bir kişi gelip kendisini yıkayacaktır. (Aslında bu kişi Hacı Bektaş’ın kendisidir. Ali’nin kendi tabutunu devenin önünde götürmesi anlatımı burada tekrarlanmıştır. Velayetname’de bu olağanüstü durum Hacı Bektaş tarafından şöyle açıklanır; “Er odur ki ölmeden önce ölür, kendi cenazesini kendisi yıkar”.
2. Kendisinden sonra Pir evinin başına Kadıncık Ana’nın oğlu Hızır Lala Cüvan, ondan sonra oğlu Mürsel geçecektir. (Hem “yol oğlu” anlayışını hem de mürşitliğin babadan oğula geçmesini yani “bel oğlu” anlayışını destekleyen bir açıklama. Bu belki de Dedebaba geleneği ile Çelebiler soyunu savunanları aynı anda Pir evinde temsilini sağlayan durumdur.)
3. Ahirete göçünce bin koyun, yüz sığır kurban edilecek ve tüm halk doyurulacaktır. (Hakk’a yürüyen kişinin defin işlemlerinden sonra halka yemek verme geleneği bugün de bazı Alevi köylerinde devam etmektedir.)
4. Hiç kimse ağlamayacaktır. (Çünkü kişi ölmemiştir Hakk’a kavuşmuştur. Bu gerçek Velayetname’de Hünkar’ın ağzından şöyle ifade edilir; “Biz yok olmayız, don değiştiririz.” Alevi toplulukların çoğu bu batıni derinliği henüz yaşama aktaramadılar.)
5. Yedinci ve kırkıncı gün helva dökülecektir. (Bu gelenek yaşamaktadır.)
Görüldüğü gibi, Hacı Bektaş Veli yaşam biçimi ve felsefesi ile yolun “serçeşme”si olma özelliğini korumakta ve Alevi-Bektaşi toplulukları için örnek alınacak model olmaya devam etmektedir.
Ozanlar’ın dilinden Hacı Bektaş Veli
Hacı Bektaş Veli’nin Horasan’da başlayan ve Anadolu’da dalga dalga yayılan gönülleri feth etme hareketi bir aydınlanma hareketidir. Hünkar, uyandırdığı çerağlarla (yetiştirdiği dervişlerle) Anadolu aydınlanmasını sağlamıştır. Bu aydınlanma hareketi insanı evrenin merkezine yerleştirme, onu erdemli kılma ve yüceltme hareketidir.
Aydınlanma hareketinin öncüsü Hünkar Hacı Bektaş Veli, Alevi -Bektaşi toplumunun gözünde yüksek bir statüye sahiptir. Bu statüyü ozanlar çeşitli biçimlerde ifade ederler. Bunlar: “Kûtb-u azam” (Yolun en ulusu) “Kutb-ül -Arifîn” (Ariflerin en ulusu), “Erenlerin ser çeşmesi” (Ermişlerin baş kaynağı), “Zübde-i Evliya” (Evliyaların en seçkini), “Mukaddem-ül Mütefekkirin” (Düşünenlerin öncüsü).
Ozanların bir kısmı statü tanımlamasını sade, anlaşılır biçimde yapar;
“Ezelden muradım Muhammet Ali /Erenler ulusu Bektaşi Veli” (Nefes) (Atalay: 93)
Hacı Bektaş Veli tüm erenlerin en ulusudur, piridir. Bu saygınlık ondan beklentileri artırır; himmet umulur, yardım istenir;
Bir nefes “Sofra Ali’nin Himmet Velinin” der. (Atalay: 118)
Bir başkasında;
Pirim hünkar Hacı Bektaş Veli’sin
Cümlenin muradını verici sensin
Kemanım yok, şek getirmem Ali’sin
Müminin namazı orucu sensin
….
Nuru vardır Muhammed’in nurunda
İkisi bir oldu Ali serinde
Sıratla, mizanda mahşer gününde
Aleme suali sorucu sensin (Atalay: 94)
Hacı Bektaş Veli hem Velidir, hem Ali. Başka türlü söylenirse Hacı Bektaş Veli don değiştirmiş Ali’dir.
İkrarım enel Hakktır
Bu ikrarım beli Haktır
Cemal-i nur celi Hakktır
Hakk Muhammed Ali Hakktır
Hacı Bektaş Veli Hakktır
…
Evvel gelip Ali olan
Sonra gelip Veli olan
Ebed hem ezeli olan
Hakk Muhammed Ali Hakktır
Hacı Bektaş Veli Hakktır
(Atalay: 115)
Ezeli ve ebedi olan “Hakk-Muhammed-Ali” ve “Hacı Bektaş Veli”dir. Benzer bir biçimde Yunus da “Evvel benem ahir benem” diyerek insanın ezeli ve ebedi olduğunu anlatıyordu. Bu anlatım tasavvuf (sûfilik) anlaşıldığı zaman anlamlı hale gelmektedir.
Anadolu Alevi-Bektaşileri Hacı Bektaş Veli’yi Bektaşiliğin kurucusu olarak kabul ederler. Kendilerini de “Bektaşi” olarak tanımlarlar.
Pirimiz uludan ulu
Ol kurdu erkanı yolu
Muhammed Ali’nin kulu
Biz Bektaşi gülleriyiz.
Biz güruh, Bektaşileriyiz
Sır ehlinin sırdaşıyız
Erenlerin kardeşiyiz
Biz Bektaşi gülleriyiz
(Matlubi, B. A. S. 158)
Bektaşiler kendilerini Güruh-ı Naci olarak kabul ederler. Guruh-ı Naci, tarikat yolunda Tanrı katına ererek kurtulmuş olan topluluktur. Peygamber’in “ümmetim 72 gruba ayrılacak ancak onlardan biri kurtuluşa erecektir.” Sözünden hareketle kendilerinin Ehlibeyt soyundan gelmiş olmalarından dolayı kurtuluşa eren topluluk olarak görürüler.
Cem olup her yerde güruh-ı naci
Allah dost Muhammed Ali çağırır
Naciler bilip der sır miracı
Hünkar Hacı Bektaş Veli çağırır
(B. A. S. 182)
Sır miraçta gizlidir. İnanışa göre, miraçta Hz. Muhammed Tanrı katına giderken sema’da yoluna bir aslan çıkar, aslana hatemini (yüzüğünü) vererek geçer, dönüşte Kırkların bulunduğu mekana ancak “ben fakirül fıkarayım” diyerek katılır ve orada yüzüğünü Ali’nin parmağında görür, bir üzüm tanesini ezip şerbet edip kırklara bölüştürür ve onlarla birlikte semaha durur. Bu anlatımdan Bektaşiler peygamberin bu topluluğun üyesi olduğu sonucunu çıkarırlar.
Miraçta Peygamber’in karşısına çıkan yolun kurucusu Ali’dir. Ancak Ali ile Hacı Bektaş Veli bir ve aynı kişi olduğu için Pir Sultan bunu farklı söyler;
Muhammed Miraç’da davet gününde
Arslan hamle kıldı rahı önünde
Kim idi görünen arslan donunda
Var mı Hacı Bektaş Veli’den gayrı
Size niyaz eder Güruh-ı Naci
Arkasında hırka başında tacı
Onulmaz yaranın merhem ilacı
Var mı Hacı Bektaş Veli’den gayrı
(P. S. A. s. 331)
Hacı Bektaş Veli bir yolun önderi olarak, Bektaşiliğe özgü kıyafetlerle (hırka ve taç) birlikte düşünülür. Her ne kadar tarihi kaynaklar yolu (erkanı) sistemleştirenin halifelerinden Balım Sultan olduğunu belirtse de ozanlar /topluluk bu önderliği Hacı Bektaş’a uygun görür.
Balım Sultan er köçeği
Keser kılıncı bıçağı
Cümle erenler gerçeği
Hünkar Hacı Bektaş Veli
Pir Sultan’ım gerçek veli
Erenlerden çekmem eli
Oniki İmam’ın yolu
Hünkar Hacı Bektaş Veli
(P. S. A. s. 15)
Hünkar (kutsal evliya, veli anlamında) yeni bir yol kurmamış Oniki İmam’ın yolunu sürdürmüştür. Bu nedenle Bektaşilik, Hacı Bektaş ile başlayan ayrı bir tarikat olarak değil “Şah-ı Merdan” (Velilerin Şahı) Ali’nin yolunun devamı kabul edilmektedir. Hacı Bektaş Veli de Şah-ı velayet’in bu demde kendisidir.
Hacı Bektaş Veli’nin Eserleri
Makalat (Makalat) Türkçe’si “Makaleler” anlamına gelen bu eserin Arapça yazıldığı ileri sürülmektedir. Dedebaba Bedri Noyan’ın belirttiğine göre bu eserin Türkçe çevirileri ve hatta manzum Türkçe yazma nüshaları bulunmaktadır. Bunlardan birine -Hilmi Ziya Ülken’e ait olana- İngilizler İstanbul’u işgali ettikleri zaman diğer evraklarla birlikte el koymuşlar. Diğer bir nüshası da Bedri Noyan’ın kütüphanesinde bulunmaktadır. Makalat üzerinde çalışan Esad Coşan eserin XV. yüzyılda yaşamış şair Hatipoğlu’na ait manzum tercümesinden söz eder ve bundan yararlandığını belirtir. Sefer Aytekin tarafından 1954 yılında yayımlanan ve Molla Saadettin’in tercümesi esas alınarak oluşturulan nüshası ise Bektaşiler tarafından bilinmekte ve okunmaktadır.
Eserin başlangıcında Hacı Bektaş Veli hakkında güzel bir açıklama bulunmaktadır. Bir bölümü şöyledir;
“Ol esrar sözlü / ve gelecisi tuzlu /ve latif sözlü / ve güler yüzlü/ Erenlerin hassı / ve Makalat ıssı/ ve Şeriat ıssı /ve tertibi marifet / ve genci hakikat/ ve ehli tarikat / ve müftiyi kavmi şeriat / ve makam ehli / ve sevmez cehli / ve sahibi genci ulûm / Ol kutbu alemi malum / Sultan Hacı Bektaş-el Horasanî Rahmetullahu aleyh. / Ol din çerağı /İman nurunun bağı/ ve erenlerin durağı / Böyle beyan kılar kim: ….
(Eser bundan sonra Hünkar’ın dilinden devam eder. Makalat ıssı: Makalatın sahibi anlamına gelmektedir)
Eser insanları dört bölükte inceler. Bunlar Abidler (ibadet edenler, şeriat kavmi, bunların aslı yeldir), Zahidler (kendisini dine ibadete verenler, tarikat kavmidir, bunların aslı oddur), Ma’rifet sahibi olanlar (Arifler, arıtıcılar, marifet kavmi, bunların aslı sudur) ve Muhibler (teslimi rıza olanlar, bunların aslı topraktır). Eser dört kapı (şeriat, tarikat, marifet ve hakikat) ile bunların her birinin on makamını yani kırk makamı açıklar.
Makalat’ın Hacı Bektaş Veli’ye ait olduğu kesindir. Bu eserin dışında bazı eserlerin (Şathiyye, Fevaid, Üss-ül Hakika, Fatiha Tefsiri, Besmele Tefsiri vb.) Hünkar’a ait olduğu söylense de bu tam olarak kanıtlanamamıştır.
KAYNAK: PROF. DR. HÜSEYİN BAL, ALEVİ İSLAM YOLU, CEM VAKFI YAYINLARI, 2004, İSTANBUL, SAYFA: 133-148
KAYNAK: http://www.cemvakfi.org.tr/